Sarıkamış Faciası

1. Dünya Savaşı öncesi Osmanlı Devleti, Balkan Savaşlarının yaralarını sarmakla meşguldu. Kaynakları azalmıştı. Yeni bir savaşa ekonomik,askeri ve daha birçok yönden hazır olmadığı gün gibi ortadaydı. Alman sempatizanı İttihat ve Terakki Hükümeti, Almanya'nın çok büyük bir askeri güce sahip olduğuna inanıyor ve birlikte girecekleri bir savaşı kesin kazanacaklarını düşünüyorlardı. Böylelikle kaybedilen yerler geri alınacaktı. Bu fırsat kaçırılmamalıydı. Almanya da Osmanlı Devletinin savaşa girmesi konusunda çok istekliydi. Çünkü, Ruslar yeni cepheler açmak zorunda kalacak ve güçlerinin bir bölümünü bu cephelere kaydıracaktı. Bu durumda Alman Ordusunun rahatlaması, yükünün hafiflemesi demekti. Bu nedenlerden dolayı İttihat ve Terakki Hükümeti, Almanya ile gizli bir ittifak anlaşması imzaladı. Başrollerde Goben ve Breslau olmak üzere, Osmanlı Devletinin savaşa girme senaryosu başarıyla oynandı. Osmanlı Ordusunun, Almanyanın çıkarları doğrultusunda hamleler yapması amacıyla, Ordunun önemli mevkilerine Alman subaylar geçirildi. Osmanlı Ordusunun Genel Kurmay Başkanlığına Fritz Bronsart Von Schellendorf, Donanmanın başına da Amiral Souchon atandı. Taktik ve stratejik kararları ise Liman Von Sanders alacaktı. Başkomutan padişahtı. Savaş deneyimi olamayan yaşlı padişahın, ordunun başına geçmeye hiç niyeti yoktu. Padişah olmasında büyük katkısı olan İttihat ve Terakkiye de vefa borcu vardı. Albay Enver, İttihat ve Terakkinin ileri gelenlerinden biriydi. Padişaha yapılan bir emrivakiyle rütbesi 18 gün içerisinde Generalliğe yani Paşalığa yükseldi. Daha sonra Harbiye Nazırlığına ve Başkomutan Vekilliğine atandı. Aynı zamanda "Damad-ı Şehriyari" yani Padişah Damadı oldu. Enver Paşa koyu bir Alman hayranıydı. Napolyona da olabildiğince öykünüyordu. Yakın çevresi ona "Napolyoncuk" lakabı takmışlardı.

Doğunun müdafasıyla mükellef Üçüncü Ordunun başına Hasan İzzet Paşa bulunuyordu. Ordusu başında bulunan Hasan İzzet Paşa, bölgenin ve askerlerinin durumunu çok iyi biliyordu. Baştan beri savaşa girmenin Osmanlı Ordusu için bir intihar olacağını fikrini savundu. Başkomutan Vekili Enver Paşa tarafından verilen saldırı emrini, tarihin kanlı harflerle yazacağı bir facianın baş sorumlularından biri olmamak için kabul etmedi ve istifasını verdi. 3. Ordu Komutanlığını Enver Paşa kendi üstlendi. Ününe ün katmak istiyordu. Jeopolitik ve askeri yönden büyük öneme haiz Sarıkamış'ı zaptetmesi halinde çok büyük itibar kazanacaktı. Aynı hayallerle yanıp tutuşan bir kişi daha vardı. 10. Kolordu Komutanı Albay Hafız Hakkı. Enver Paşa ile Hafız Hakkı aynı okuldan, aynı dönem mezun olmuşlardı. Üstelik Hafız Hakkı sınıf birincisi, Enver Paşa ise sınıf ikincisiydi. Hafız Hakkı da padişah damadıydı. Ama an itibariyle, Enver hem Paşa, hem Harbiye Nazırı hem de Başkomutan Vekili olmuştu. Hafız Hakkı ise hala Albaydı. 18 gün içinde gerçekleşen bu inanılmaz ikbal onu kahrediyordu. Hasan İzzet Paşa'nın istifasından sonra Enver Paşadan, rütbesinin yükseltilerek 3. Ordu Komutanlığına atanmasını istemişse de ona güvenmeyen Enver Paşa bunu kabul etmemiş bunun yerine onu 10. Kolordu Komutanlığına atamıştı. İşte bu birbirini çekemeyen ve şan şöhret hırsıyla yanıp tutuşan iki askerin parsayı toplama hevesleri 90.000 askerimizin şehit olmasına neden olmuştur.

Osmanlı Devletinin erzak ve mühimmat eksiği had safhadaydı. Almanya, bu konuda Osmanlı Devletine yardımda bulunmayı taahhüt etmişti. Almanya güçlü ekonomisinin verdiği avantajla, Osmanlı Devletinin askeri ihtiyaçlarını karşılamaya fazlasıyla muktedirdi. Sorun ise, bu hayatin malzemelerin cepheye ulaştırılmasında ortaya çıkıyordu. Osmanlı Devleti, ulaşım yolları konusunda çok geri kalmıştı. Kara yolları henüz oluşturulmamış, tren yolları ise cepheye kadar uzanmıyordu. Bu durumda tek alternatif deniz ulaşımı idi. Fakat Amiral Souchon, "Karadeniz bir Türk gölü olacak" iddiasını gerçekleştirememişti. Karadeniz'de Rus zırhlıları fink atıyordu. Başlarda Yavuz Zırhlısının refakatliğinde, nakliye işlemleri gerçekleştirilebiliyordu. Yavuz Zırhlısının mayınlardan zarar görüp işe yaramaz duruma gelmesiyle deniz ulaşımı da gerçekleşemez olmuştu.

Osmanlı askerleri, günlerdir yürümekten dolayı bitap düşmüşlerdi. Erzak eksikliği de günden güne kendini belli etmeye başlamıştı. Geçit vermez dağlarda, -30 dereceyi bulan dondurucu soğuklarda, durmadan dinlenmeden, uykusuz,aç biilaç şekilde yürümek zorunda kalan askerlerin savaşmaya mecali kalmamıştı. Askerlerin artık ikinci bir düşmanı vardı: "Dondurucu Soğuk". Giyim kuşam olarak da çok yetersiz olan Osmanlı Askerlerinin donarak ölmesi, Rus Askerlerine nazaran daha kolay oluyordu. Osmanlı Askerlerinin ayaklarında çarık vardı. Beli bulan karda, çarığın ayağı soğuktan koruma gibi bir fonksiyonu olmuyordu. Donma ise ayaktan başlayıp bütün vücudu sarıyordu. Yorulan askerler, dinlenmek için bir köşeye çekilip kıvrılıyorlar ve yorgunluğun etkisiyle uyuyorlardı. Bu onların hiç bitmeyen son uykusu oluyordu. Yük taşıyan hayvanlarda bu soğuğa dayanamıyorlardı. Ara sıra, yol üstündeki köylerde konaklayabiliyorlardı. Kolordu büyüklüğündeki bir kuvvetin köyde konaklaması da hiç kolay olmuyordu. Sarıkamış'a daha önce zaptetme arzusuyla yanıp tutuşan komutanları da fazla istirahat etmelerine izin vermiyorlardı. Bazı birlikler hiç durmadan, dinlenmeden bir metre kar üstünde 24 saat yürümüşlerdi. Bütün bunların sonucu olarak, belki düşmana kurşun bile atmadan şehit olan 90.000 yitik verilmişti. Enver Paşa bu facianın üstünü örtüp saklamaya çalışmış, gerçekler Rus arşivleri yardımıyla ortaya çıkarılmıştır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sümeyra Çakır - Ateşçiler Türküsü

Hüsnüne güvenme ey ruh-i mahım